1 Eylül 2022 Perşembe

Psikanaliz ve Sonrası - Engin Geçtan

  • Alman hekim Emil Kraepelin 1883 yılında yayınlanan kitabında, (…) her bir davranış bozukluğu türünün diğerlerinden farklı belirtiler gösterdiğini ve örneğin kızamık hastalığında olduğu gibi, önceden belirli ve tanımlanabilir bir seyir gösterdiğini açıklayarak sistematik bir psikiyatrik klasifikasyonu ilk kez gerçekleştirmiştir. 
  • Breuer, çoğu kadın olan hastalar üzerinde hipnozu ilginç bir biçimde kullanıyordu. Bu hastalar hipnoz altında sorunlarını baskısız ve açıkça anlatabiliyor, hipnozdan uyandıklarında rahatlık duyuyorlardı. Duyguların boşalımına imkan veren bu yönteme, arınma anlamına gelen katarsis denmişti.
Freud:
  • Freud, giderek hipnozdan vazgeçti ve hastalarını uyanıkken, düşünce düzenini ve ahlak kurallarını gözetmeksizin özgürce konuşmaya yöneltti. Bu yöntemle hastalar içsel engellerini yenebiliyor, unutulmuş anılarına inebiliyor ve giderek sorunlarını açıkça tartışabilir bir duruma geliyorlardı. Bu yeni yönteme serbest çağrışım ve bu yöntem aracılığıyla hastaların içsel dünyalarına giderek kendilerini daha iyi tanımalarına ve daha sağlıklı bir uyum düzeyine erişebilmelerine olanak sağlayan ilkelere de psikanaliz adı verildi.
  • Ona göre, uyku süresince bilinçdışı zihinsel etkinlikler kişiyi uyandırabilecek oranda yoğunlaşır. Sansür mekanizması sayesinde kişi uykusunu sürdürebilir. Bir başka deyişle, uyumakta olan kişi, bilinçdışından taşan bu düşüncelerle uyanacağı yerde rüya görür.
  • Çocukluk döneminden kalma içgüdüsel dürtüler, günün kalıntıları tarafından maskelenmiş bir biçimde rüyaların içeriğini oluştururlar.
  • Topografik kuram:
  • Bilinç: dış dünyadan ya da bedenin içinden gelen algıları fark edebilen zihin bölgesidir.
  • Bilinçöncesi: dikkatin zorlanması ile bilinç düzeyinde algılanabilen zihinsel olayları ve süreçleri içerir.
  • Bilinçdışı: Genel anlamda bilinçdışı, bilinçli algılamanın dışında kalan tüm zihinsel olayları, dolayısıyla bilinçöncesini de içerir. Dinamik anlamda ise bilinçdışı, sansür mekanizmasının engeli dolayısıyla bilinç düzeyine ulaşma olanağı olmayan zihinsel süreçleri içerir.
  • Freud içgüdülerin tümünü iki ana bölümde toplanmıştır: yaşam içgüdüsü (eros) ve ölüm içgüdüsü (thanatos) Yaşam içgüdüleri bireysel yaşamın ve insan ırkının sürekliliğini sağlar. Açlık, susuzluk ve cinsellik bunlar arasında sayılabilir. Yaşam içgüdüsünü çalıştıran enerji türüne libido denir.
  • Freud’a göre saldırganlık, insanın kendine dönük yıkıcı eğilimlerinin dış dünyadaki objelere çevrilmesidir. İnsan diğer insanlarla savaşır ya da onlara karşıt davranışlar geliştirir. Çünkü kendini yok etme isteği ve yaşam içgüdüleri birbirlerini etkisiz kılabilir ya da biri diğerinin yerine geçebilir.
  • Kızgınlık duygularını (dışkıyı) tutma çabası tüm duygusal tepkilerin ketlenmesine neden olabilir (anal tutucu karakter). Anal tutucu karakterin en uç örneği, obsesif-kompulsif nevrozlarda görülür. Annenin tutarsız davranışlarına ya da ilgisizliğine karşı duyduğu öfkeyi boşaltma alışkanlığı geliştiren çocuklarda, karşıt duyguları (sevgi ve nefret) birlikte yaşama, derbederlik, öfke tepkileri gösterme, baş kaldırma ve sadist-mazoşist eğilimler yaşam bu izlerini sürdürür. Bu gibi kişiler her şeye, özellikle otoriteye, karşıt öneri de getirmeksizin, sürekli karşı çıkarlar (anal tepkici karakter).
  • Hızlı değişen çağdaş toplumlarda geçerli değer yargılarına ulaşabilmek pek de kolay olmaz ve başarıyla atlatılamayan kimlik bunalımı, ergende toplum içindeki rolüne ilişkin bir şaşkınlık yaratır.
  • Freud’un geliştirdiği yapısal kurama göre, kişilik üç ana sistemden oluşur: id, ego ve süperego. İd, kalıtsal olarak gelen içgüdüleri de kapsayan ve doğuştan var olan psikolojik gizilgüçlerin tümüdür. Ego, organizmanın gerçek nesnel dünyayla alışverişe geçme ihtiyacından varlık bulur. Ego kişiliğin yürütme organıdır. Eyleme giden yolları denetimi altında bulundurur, çevresindeki nesnelerin hangileri ile ilişki kuracağını seçer, hangi içgüdülere ne biçimde uyum sağlaması gerektiğine karar verir. Kişiliğin üçüncü ve en son gelişen sistemi süperegodur. Bu sistem, çocuğa ona-babası tarafından aktarılan ve ödül ve ceza uygulamalarıyla pekiştirilen, geleneksel değerlerin ve toplum ideallerinin içsel temsilcisidir, kişiliğin vicdani ve ahlaki yönüdür.
  • Çoğu kimsenin olağan karşıladığı durumlarda kaygıya kapılıyorsa ve sorunlarını çözmek için çaba göstereceği yerde görmezden geliyorsa, davranışları nevrotik olarak değerlendirilir. (…) zorlanma durumlarını yenmek için çaba göstereceği yerde türlü savunma yöntemleri kullanarak onlardan kaçınmak ister; kendi çıkarlarına ters düşen davranışlarının ve yedek çözüm yollarını görebilmesini engelleyen katılığının farkında değildir; benmerkezciliği nedeniyle yakın ilişkiler kuramaz; sorunlarını çözme çabası gösterememenin yarattığı suçluluk duyguları, yaşamında aradığını bulamama ve mutsuzluk varlığına egemendir.
  • Çocuk kusurlu ana-baba tutumları sonucu sevgiden yoksun bırakıldığında, ebeveyne yönelik düşmanca duygular geliştirir ve bu duygu duygu giderek yetişkin yaşamda da tüm dünyanın düşman bir çevre olarak algılanması ile sonuçlanır.
  • Çevreden gösterilen yakınlığı kendi düşmanca duygulardan ötürü karşılık vermediği gibi, böyle bir durumda, insanlara düşmanlık duymakta ne kadar haklı olduğu konusundaki inancı sarsılır ve yerine suçluluk duyguları alır. Bu duygular yaşamamak için, çevresinden yöneltilen olumlu tutumları ve yakınlaşmaları farkında olmaksızın bozar. (…) Reddedilmekten korkan insan, en açık ve sıcak bir kabul gösterildiğinde bile reddedildiğini kanıtlayacak belirtiler arar, bulamazsa da yaratır.
  • İnsanları “güçlü” ve “zayıf“ Olarak ayırır; birinci gruptakilere hayranlık duyar, ikinci gruptakileri küçümser. Böyle bir insanın zayıf kavramı da mantık dışıdır; kendisine yakınlık gösteren, isteklerini yerine getiren, duygularını kolayca belli eden kişileri değersiz bulur, benzer tutumları kendisinde fark ettiğinde canı sıkılır.
  • “Eğer her şey çocukluk dönemi ile açıklanırsa, o zaman her şey bir başkasının kusuru olarak değerlendirilir ve insanın kendi sorumluluğunun üstlenme gücüne duyulan güven de küçümsemiş olur.”
    -Erik Erikson
Adler:
  • Adler, her insanın yaşamına “yoğun eksiklik duyguları”yla başladığı görüşünü savunur. Bu duygular evrenseldir, herkeste vardır ve bundan ötürü “normal” sayılmalıdır.
  • Nevrotik kişi sürekli üstünlük maskesinin düşeceği ve yetersizliğini ortaya çıkaracak durumlarla karşılaşacağı korkusu içerisindedir. Böyle bir durumla karşılaştığında yaşadığı eksiklik duygusu öyle yoğun ve acıdır ki, kendi gözündeki üstünlük imgesini koruyabilmek için tüm psikolojik güçlerini kullanarak bazı yöntemleri harekete geçirir.